30 yılı aşkın bir süredir televizyon haberlerini izlemiyorum ama yine de alternatif medya kanallarından dünyada neler olup bittiğini öğreniyorum.
Ne yazık ki, bu haberler, nadiren sevinç verici oluyor.
Nereye baksam, ölüm, nefret, yargı var. Herkes bir diğerini suçluyor.
Ve sık sık kendime soruyorum: Bu kadar acımasız olayların yaşandığı bir dünya nasıl bir dünya olabilir?
Ama sonra içimde bir sessizlik olur. Ve iç sesimi fısıldarken duyarım: “Bir bak bakalım, sen şu anda nasılsın?”, Ve ardından kendime her zaman 5–10 tane şükredecek şey sıralarım. Çünkü bu dünyada bir fark yaratmaya değecek şeyler var. Hepimizin içinde bir etki yaratma gücü var.
Doğaya bak – ne kadar harika! Doğa bize bilmemiz gereken her şeyi öğretir. Bize yaşamın ritmini gösterir:
İlkbahar – her şeyin çiçeklendiği dönem.
Yaz – bolluğun zamanı.
Sonbahar – bırakmayı öğrenme dönemi.
Kış – içe dönüş ve dinlenme zamanı, ki yeni olan doğabilsin.
Biz bu döngünün bir parçasıyız: İnsanlar, hayvanlar, bitkiler, tüm yaşam… Bizler, büyük ve canlı bir dengenin içindeyiz. Ne fazla, ne eksik, her şey muhteşem bir düzende. Yeter ki kalple görmeyi öğrenelim. Her şeyi karmaşıklaştırmak zorunda değiliz.
Hermetik bir yasada der ki: “Yukarıda nasılsa, aşağıda da öyledir. İçte nasılsa, dışta da öyledir.”
Mikrokozmos – Makrokozmos. Bir yerde bir şey yıkılıyorsa, başka bir yerde yeni bir şey doğuyor demektir.
Ve belki de – tam şu anda – insanlık olarak kolektif bir yeni doğum süreci yaşıyoruz. Bir doğum sancılı ve kaotik olabilir.
Âmâ aynı zamanda sevgi dolu, huzurlu ve doğayla uyum içinde de olabilir.
Eğer bir gün kendinin ne kadar özel olduğundan şüphe edersen, yaşamının başlangıcını hatırla: Daha döllenme anında bile olağanüstü bir şey olur: Yeni teknolojiler, sperm ile yumurtanın birleştiği o anda bir ışık parlaması oluştuğunu gösteriyor, yani yaşamın başladığı an enerjetik bir ışıma ile kutlanıyor.
Ama bu ana gelene kadar, zorlu bir yolculuk yaşanır: Yaklaşık 200 milyon sperm hücresi yola çıkar.
Bu yolculuk için cesaret, direnç ve biraz da şans gerekir. Rahim ağzı sadece çok azına açıktır ve saldırgan bir mukusla kaplıdır. Sadece en güçlü olanlar bu engeli aşar.
Sonra ikinci sınav başlar: Kadının bağışıklık sistemi – yutucu hücreler ve akyuvarlar – yabancı istilacılara (spermlere) karşı acımasızdır.
Bunu aşanlar, bir kavşağa gelir: Sol mu, sağ mı? Sadece bir yol yumurtaya çıkar. %50 şans. Ve tüm bunları başarsan bile, hâlâ yeterli değil: Yumurtanın bir zarı vardır, sadece birine izin verir. Sadece ilk ulaşan içeri alınır. Sonra yumurta kapanır ve en büyük mucize başlar: Yumurta ve spermin birleşmesi. Ve hayat başlar.
Yeni bir yaşam böyle oluşur, sen de böyle oluştun. Ne büyük bir mucize! Ama aynı zamanda ne kadar güçlü ve neredeyse acımasız bir süreç. 200 milyon arasında sadece bir kazanan. Ama bu ego yüzünden değil, yaşamın başlaması için gereken güç olduğu içindir.
Anne-babanın yaşam gücü, sağlıklı bir döllenmenin hem temeli hem de şartıdır. Embriyonun kendi yaşam gücü ise hemen devreye girmez; adım adım, annenin koruması ve ruhsal rehberlik ile gelişir.
Bunu unutmamalıyız: Biz harika varlıklarız. Hepimiz bir mucizeyiz ve biricik varlıklarız. Eğer iki insan sağlıklı yaşam gücüne sahipse, onlardan doğan yeni yaşam da bu net ve güçlü “Dynamis” ile şekillenir.
Yumurta ve spermin birleşmesinden sonra bir süreç başlar ama yeni insan, ilk olarak ebeveynlerinin enerjetik eğilimini ve izlerini alır. Bu sadece genetik değil; dinamiktir, yani ince, yaşam gücüyle ilgilidir.
Dr. F. Samuel Hahnemann, yaşam gücünü (Dynamis) bedenimizi canlandıran, düzenleyen ve uyumda tutan ruhsal bir kuvvet olarak tanımlar.
Sağlıklı bir insanda bu güç net, güçlü ve düzenlidir; hasta insanda ise bozulmuş ve şaşmıştır.
O, yaşam gücünün sağlıklı durumda (hiçbir bir engelle karşılaşmadığı sürece) etkili olduğunu söyler ve amacının, bizim yüksek benliğimizin, ruhumuzun hayatı tam anlamıyla ve amacı doğrultusunda gerçekleştirebilmesi olduğunu ifade eder.
Şöyle der: § 9 – Organon der Heilkunst, 6. Baskı: “Sağlıklı bir insanda, ruhsal nitelikteki yaşam ruhu tüm bedeni sınırsız şekilde canlandırır ve organizmanın her bir parçasını hayranlık verici bir uyum içinde tutar. Böylece, insanın içindeki akıllı ruh (yüksek benlik), bu sağlıklı beden aracılığıyla varoluşunun daha yüce amacına özgürce hizmet edebilir.”
Hahnemann burada çok net bir şey söyler: Sağlık, insanın özgürce ve bilinçle ‘varoluşunun daha yüce amacına’ hizmet edebilmesi için ön koşuldur. Hastalık doğal bir durum değildir, yaşam gücünün bize beden aracılığıyla gösterdiği, düzene girmesi, kaldırılması gereken bir engeldir.
Döllenmeden sonra hücre bölünmesi başlar ama embriyo, ancak birkaç hafta sonra kendi “yönetimini” devralır. Başlangıçta tamamen annenin yaşam enerjisi ve maddeleriyle beslenir. Kendi dolaşımı yoktur, sinir sistemi ve kalp atışı henüz oluşmamıştır.
Yani: Çocuğun yaşam gücü, kalp, dolaşım ve sinir sistemi ayrışmaya başladığında yaklaşık 3.– 6. haftadan itibaren aktif olmaya başlar.
Birçok spiritüel gelenek der ki: Ruh, döllenme anında değil, bir süre sonra bedene girer. Çoğunlukla 40. gün bir dönüm noktası olarak kabul edilir (örneğin Sufizm ve Ayurveda da). Çocuğun ince yaşam gücü (ruh) yavaş yavaş çekilir, oluşur ve ancak beden “hazır” olduğunda tam olarak yerleşir.
Ve ben yürekten inanıyorum: Biz buradayız, birlikte bir insanlık olarak büyümek ve daha yüksek bir bilince doğru gelişmek için. Belki de tüm bu krizler, çatışmalar, acılar, büyük bir doğum sürecinin parçalarıdır.
Doğada olduğu gibi: Kaostan düzen çıkar. Kıştan yeni bir ilkbahar. Doğa bize her şeyi gösteriyor. Yeniden dinlemeyi öğrenmeliyiz. “Biz kutsal bir döngünün parçasıyız.” “Hayatın bir ışık parlamasıyla başladı, ne kadar özel olduğunu asla unutma.”
Sevgiyle, Rita Berta Kaya