Kurban olma, Yaratıcı ol!
Merhaba sevgili dostlar, Evet, bu zamanlar birçoğumuz için zorlu geçiyor. Kimimiz için daha fazla, kimimiz için daha az. Ama daha önce de defalarca söylediğim gibi: Kurban olma, yaratıcı ol. Her şey senin ellerinde. Sahip oldukların için şükranla başla. Eğer şikâyet ediyorsan, bir an dur ve hemen şükredebileceğin beş şeyi say.
Unutma: Kendini ne kadar yoksul hissedersen hisset, şu anda dünyada savaş bölgelerinde yaşayan, yiyeceği olmayan ve başını sokacak bir yeri bile bulunmayan milyonlarca insan var. Ama bu seni suçlu hissettirmek için değil, farkındalığını artırmak içindir.
Şu anda bu yazıyı okuyabiliyor olman bile, bir telefona sahip olduğunu ve dolayısıyla birçok olanağa erişimin olduğunu gösteriyor. Hepimiz bu zorlu dönemlerden geçiyoruz.
Ama nasıl ilerleyeceğimiz, neye odaklanacağımız, nasıl düşüneceğimiz ve hissedeceğimiz bizim elimizde.
Ben umut doluyum: Çocuklarımızın bolluk ve sevinç içinde yaşayacağı barış dolu bir gelecek mümkün.
Ve işte burada başlıyor bizim sorumluluğumuz: Yeni dünyada çocuklarımızı nasıl destekliyoruz? Hayatlarının başında öğrendikleri şeyler, onları hayat boyu derinden etkiliyor. Çünkü hayatımızda bizi en çok şekillendiren dönem, erken çocukluk yıllarıdır.
İlk yedi yıl karakterimizi ve dünyayla ilişkilerimizi şekillendirir. Bu dönemde bu çocuklar kendilerini hoş karşılanmış hissediyor mu, seviliyor mu, dünya onlara dostça, güvenli bir yer gibi geliyor mu?
Bu yıllarda ruhumuz bir sünger gibidir, yaşanan her şeyi içine çeker. Bu yüzden, biz yetişkinlerin ve ebeveynlerin örnek olmamız çok önemlidir. Japonya’da ebeveynler, çocuk yetiştirmede çok özel bir prensibe göre hareket eder: “Hatalardan öğrenmek.” Orada çocuklar beş yaşına kadar kral olarak görülür.
Bu dönemde çocukların, dünyayı özgürce keşfetmesine izin verilir, sürekli müdahale edilmeden.
Bu, çocukların yalnız bırakıldığı anlamına gelmez. Aksine: Onlara güvenilir, sevgiyle eşlik edilir ve sorumluluk alabilecekleri alanlar sunulur. Mesela: Kendi çöpünü toplamak, kendine özen göstermek, başkalarına karşı saygılı olmak. Ama bu sadece biz örnek olursak işe yarar. Çocuklar taklit ederek öğrenir.
Biz çevremize sevgi ve dikkatle yaklaşırsak, onlar da bunu kendiliğinden öğrenir.
Bugün nasıl yaşıyorsak, neyi aktarıyorsak, yarının dünyasını biz inşa ediyoruz. Çocuklarımızın bu dünyayı nasıl deneyimleyeceği bizim elimizde. Ve bu da, geleceğin nasıl olacağını belirliyor. Haydi iyiliğe odaklanalım. Haydi sevgiyle, cesaretle ve farkındalıkla sorumluluk alalım, kendimiz için, çocuklarımız için, dünya için.
Alman beyin araştırmacısı Dr. Gerald Hüther, sağlıklı ve çocuk merkezli bir eğitimin beş temel direğini şöyle tanımlar:
Bu beş sütun, bir çocuğun gelişimini taşır. Katı kurallar değil, canlı bir yaklaşım olarak. Hüther’ın sürekli vurguladığı şey: Öğrenme, daima sosyal bir süreçtir. Öğrenme; ilişki içinde, takdirle ve duygusal bağlılıkla gerçekleşir.
Her şey dijitalleşirken, çocuklarımızın sadece teknik bilgiye değil; sınırlarını test edebileceği alanlara, hata yapma ve bundan öğrenme hakkına, başarısızlıkları kabullenme desteğine, kendine ve topluma karşı sorumluluk alma cesaretine ihtiyacı var.
Elbette tüm bunlar: Doğa ile uyumlu, hayvanlara ve bitkilere saygılı bir yaşam çerçevesinde olmalı. Ancak bu şekilde çocuklarımız, hızla değişen bu dünyada ayakta durabilir, birbirlerine karşı değil, birlikte. Kolektif bir bilinç, sevgi, akıl ve öz sorumluluk ile.
Gerald Hüther, 1951’de Gotha’da doğdu. Leipzig’te okudu, Jena’da doktorasını yaptı ve Göttingen’deki Max-Planck Deneysel Tıp Enstitüsü’nde çalıştı. Bugün Almanya’nın en tanınmış beyin araştırmacılarından biri – sadece bilimsel çalışmalarıyla değil, toplumsal cesaretiyle de. Onun temel cümlelerinden biri: “Kim kendi değerini bilirse, artık kandırılamaz.”
Bu söz derinden etkiler: Çünkü kendi değerini bilen bir insan, ne manipüle edilir ne de küçümsenir. İçsel özgürlüğüyle, doğru ve iyi olanın arkasında durur. Ayrıca der ki: “Duygusal haller, kendimize gönderdiğimiz önemli mesajlardır.”
Korku, öfke, üzüntü ya da sevinç hissettiğimizde, bu duygular, ruhumuzun ihtiyaçlarını gösteren işaretlerdir. Çocukların, bu sinyalleri duyabilen, anlayan ve bastırmadan yaşayan yetişkinlere ihtiyacı vardır. Tabletlerle ya da dijital uygulamalarla değil. İçsel bir tutumla başlar: Sevgiyle, saygıyla ve gerçek bağ kurarak.
Eğer çocuklarımıza şu duyguları verirsek: “Olduğun gibi değerlisin.”, “Hata yapabilir, gelişebilirsin.”, “Bu yolu birlikte yürüyoruz”… o zaman sadece bilgi değil, insanlık da yeşerir. Çocuklarımızı bu “yeni dünyada” gerçekten desteklemek istiyorsak, onların en çok ihtiyacı olan şey: Sevgidir. Çünkü sevgi, bir çocuğun hem içten hem de dıştan gelişebileceği topraktır. Ama çocuklarımıza gerçek sevgiyi verebilmek için, önce kendimizi sevmeli ve onlara bunu örnek olarak göstermeliyiz.
Çocukları yaşam yolculuklarında desteklemenin en şifalı yollarından biri: Homeopati. İdeal olan, homeopatik desteğe daha gebelikten önce ebeveynlerle birlikte başlamaktır. Neden mi? Çünkü hücrelerimizde ve genlerimizde, epigenetik bilgi taşırız, atalarımızdan kalan deneyimlerin, hastalıkların, travmaların izlerini. Homeopatide bunlara “miyazmalar” denir.
Bu kalıtsal yükler, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde bizde etki gösterir. Ama bunlar nazikçe temizlenebilir, dengelenebilir, hafifletilebilir. Böylece çocuklarımız bu yükleri ya hiç, ya da sadece hafif biçimde alırlar.
Hamilelikte, doğumdan sonra ve yaşam boyu homeopati, sağlıklı bir eşlikçidir:
Böylece bir çocuk ve daha sonra bir yetişkin, sağlık, uyum ve iç huzurla dolu bir yaşam sürebilir. Bu yeni zaman, bizden çok şey istiyor, ama aynı zamanda daha bilinçli bir yaşam için büyük bir fırsat sunuyor.
Çocuklarımızı sevgiyle, farkındalıkla ve şifayla hayata hazırladığımızda, sadece onların kaderini değil atalarımızın ve gelecek nesillerin kaderini de değiştiriyoruz.
Sevgiyle, şefkatle, bilinçle…
Rita Berta Kaya